Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, cilt.17, sa.33, ss.215-239, 2012 (Hakemli Dergi)
Bireyin tanımı problemi, bireyin nasıl anlamlandırıldığına bağlı olarak, önümüze çeşitli felsefî meseleler çıkarmaktadır. Bunların tümü, kökeni Platon ve Aristotelese uzanan tümeller sorunu ile ilişkilidir. Esasen bu konu etrafında, hem ontolojik hem de epistemolojik bağlamda çeşitli tartışmalar yapılmıştır. İslam düşünce tarihi açısından, her biri kendine özgü yorum ve konuma sahip iki önemli isim İbn Rüşd (1126-1198) ve İbn Teymiyye (1263-1328), tümel-tikel ilişkisi problemi hakkında, kuşkusuz farklı temeller üzerinde yükselen fikirlere sahiptir. Bu iki düşünürden İbn Rüşd, Aristotelesçi felsefenin tüm zamanlardaki en büyük isimlerinden biridir kuşkusuz; Selefîliğin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan İbn Teymiyye ise bizzat felsefî düşünceyi inceleyerek felsefeye karşı şiddetli eleştiriler yöneltmiştir. Bireyin tanımlanması, yalnız kendisi ile özdeş olan bireyi bir tümel olarak kavramak anlamına geleceği için, kendi içinde bir paradoks oluşturmaz mı? İbn Rüşd, bu sorunu tartışmakta ve varolma-varolmama analizi ile bir çözüm üretmeye çalışmaktadır. İbn Teymiyye ise, Aristotelyen ontolojiyi eleştirerek, doğrudan doğruya mahiyet kavramına dayanan tümel-tikel çözümlemesine ve dolayısıyla Meşşai tanım teorisine hücum etmektedir. Sonuç itibariyle İbn Rüşd, bu orijinal problem hakkındaki analiziyle, özgün bir konseptüalizmin ve İbn Teymiyye ise yine özgün bir nominalizmin ipuçlarını ortaya koymaktadırlar. Elbette her iki düşünürün temel endişelerinde, bir ortaklık mevcuttur: en doğru bilgiye ulaşma metodunu saptamak. Mamafih İbn Rüşdün varlık tasavvuru ile İbn Teymiyyenin varlık tasavvuru arasındaki yapısal farklar, onların epistemik kavrayışlarını da etkilemiş ve başkalaştırmıştır. İbn Rüşd, bilimsel bilgi için zemin oluşturacak zorunlu bilginin peşindedir ve bu yüzden, tıpkı Aristoteles gibi, varoluş içindeki zorunluluklara odaklanmaktadır. İşte bu yüzden, bireyin tanımlanabilirliğinin kesin biçimde gösterilmesi, ontolojik ve epistemik açıdan büyük önem taşımaktadır. İbn Teymiyye ise bir şekilde kendinde zorunluluk ifade ettiğini düşündüğü ve Aristotelesçi tanım teorisinin merkezini oluşturan özsellik ve mahiyet kavramlarına şiddetle karşı çıkmaktadır. İşte bu noktada İbn Teymiyye, bireyin tanımlanabilirliği problemini, tikel-tümel ilişkisi bağlamında eleştiriye tâbi tutarak, kendisi ile özdeş olan bireyin varlığı ile bireyin özünü meydana getiren ve esasen tanımın elde etmeyi amaçladığı mahiyeti arasındaki bağı tartışmaktadır.
The problem of description of the individual brings a variety
of philosophical issues depending on how the individual can
be described. All of them are associated with the problem of
universals stemmed from Plato and Aristotle. In this subject,
several discussions were made in the ontological and epistemological context. In the history of Islamic thought, two important names, having his own perspective, Ibn Rushd (1126-
1198), and Ibn Taymiyya (1263-1328) have different ideas on
the problem of universal-particular relationship rising on
the different foundations. Ibn Rushd, of course, is one of the
biggest names in Aristotelian philosophy at all times. One of
the leading figures of Salafism Ibn Taymiyya directed severe
criticism against philosophy. May description of the individual constitute in itself a paradox due to it means that an individual identical with itself, should be conceived as a universal.
Ibn Rushd discusses this issue and tries to produce a solution
with existing-non-existing analysis. Criticizing the Aristotelian
ontology, Ibn Taymiyya attacks universal-particular analysis
depending on the concept of quiddity and then Peripatetic
theory of description. As a result, Ibn Rushd puts forth tips of
unique conceptualism and Ibn Taymiyya of unique nominalism in the analysis of this original problem. Both of the thinkers, Ibn Rushd and Ibn Taymiyya, aims to gain the method of
truth and correct knowledge. However, there are some basic
differences between Ibn Rushd’s concept of being and Ibn
Taymiyya’s concept of being; so, these differences of wievpoint
in ontological attitude, bring about some basic differences in
epistemical attitude. Ibn Rushd’s basic problem is the backdrop of sciencetific knowledge; and for his reason, he focuses on the nature and the necessity. But Ibn Taymiyya refuses
any ‘itself necessity’ and because of this wievpoint, critizes the
concept of ‘essential’ and ‘nature’; of course, the problem of
description of individual becomes a very important issue for
this contraversy.