Felsefede Mimarlık, Hikmet Temel Akarsu,Nevnihal Erdoğan, Editör, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul, ss.426-432, 2025
Foucault, iktidar sahiplerinin erklerini devam ettirebilmek
adına uyguladığı yöntemlerin tarih boyunca geçirdiği dönüşümü arkeolojik bir
yöntemle açığa çıkarır. Bu anlamda, zaman içerisinde iktidarın başvurduğu
cezalandırma sistemleri önce disiplin, sonra gözetim sistemlerine dönüşmüştür.
Ortaçağda kişi işlediği suçun bedelini canıyla öderken, 17. Yüzyıl sonrasında
insan bedeninin devamlılığı ve üretim mekanizmalarına katkıda bulunmaya devam
etmesi önem kazanmıştır. Foucault, iktidarın beden üzerindeki bu hâkimiyetini
biyopolitika olarak adlandırır. Bu çerçevede toplumsal normlara uymayanlar
ayrıştırılarak topluca “kapatılmış” ve toplumun geri kalanının normlara uygun
davranmasını sağlamak adına bir tehdit unsuru olarak kullanılmışlardır.
Kapatılanların zaman içinde ıslah edilmesi disiplin toplumunun bir
gerekliliğidir. Foucault’ya göre bir disiplin mekânı olarak Bentham’ın
panoptikon modeli, sadece ilk ortaya çıkış amacı olan hapishane için değil,
muktedirin yönetilenler üzerindeki denetimini gerektiren birçok farklı kurum
için de ideal bir şema ortaya koymaktadır. Zaman içerisinde kentin tamamına yayılan bu şema,
gözetim altında tutulduğunun bilincinde olan bireyin oto-kontrol mekanizmaları
geliştirmesinde etkili olur. Bu sayede iktidar sahipleri kesintisiz bir izleme
ile yönetilenlerin kendi kendilerini disipline etmelerini sağlayabilir. Bu
yazı, Foucaultcu bir bakış açısıyla muktedirin varlığını sürdürmek için
mimarlık ile kurduğu kaçınılmaz ilişkiyi, bunun günümüz mimari ortamı ve kent
yapısına yansımasını ortaya koymaya çalışmaktadır.