KADER, cilt.20, sa.1, ss.236-262, 2022 (Hakemli Dergi)
Hz. Peygamber’in
anne-babasının (ebeveyn-i Resûl) dinî ve uhrevî durumu tartışması, Hz.
Peygamber’den varit olan birtakım rivayetlere kadar dayanmaktadır. Çerçeve bir
ilke olarak fetret ehli bağlamında değerlendirilebilecek bu husus, öyle
görünüyor ki ilk olarak Şîa tarafından imâmet anlayışlarının bir uzantısı
olarak itikādî bir mesele hâline getirilmiştir. Ebû Hanîfe’nin (ö. 150/767) el-Fıḳhü’l-ekber’de
“ebeveyn-i Resûl’ün küfür/câhiliye” üzere öldüğü yönündeki ifadesi, buna
karşılık bir Sünnî tavır alış olarak görünmenin yanında, ilerleyen süreçte bazı
âlimlerin meseleye yaklaşımını da belirlemiş ve ayrıca bir tartışma alanı
oluşturmuştur.
Konuya ilişkin
ilk müstakil risâleler Gazzâlî (ö. 505/1111) ve Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye (ö.
543/1148) nispet edilmekle birlikte bu metinler günümüze ulaşmamıştır.
Elimizdeki en erken örnekler, Süyûtî’nin (ö. 911/1505) kaleme aldığı altı
risâledir.
el-Fıḳhü’l-ekber’in Osmanlı ilim dünyasının
ilgi alanına girmesiyle, Osmanlı’da da ebeveyn-i Resûl literatürü oluşmuştur.
İbrâhim el-Halebî (ö. 956/1549), İbnü’l-Hatîb el-Amâsî (ö. 940/1534) ve Kemalpaşazâde
(ö. 940/1534) gibi ilk örneklerden başlayarak Osmanlı muhitinde de söz konusu
risâleler daha çok Arapça telif edilmiştir. Öyle görünüyor ki Ravżatü’ṣ-ṣafâ
konuya tahsis edilen tespit edilebilmiş ilk Osmanlı Türkçesi risâledir.
Kütüphane
katalogları, bazı biyo-bibliyografik kaynaklar ve ebeveyn-i Resûl meselesine
değinen bazı modern çalışmalarda Ravżatü’ṣ-ṣafâ, hatalı biçimde Vecdî
Ahmed Efendi isminde bir müellife nispet edilmiştir. Bu durum, kuvvetli
ihtimalle, risâlenin giriş kısmında müellifin kendisini başka bir belirlemeye
gitmeksizin “Vecdî” olarak tanımlamasından kaynaklanmıştır. Risâlenin müellifi
olarak gösterilen “Vecdî Ahmed Efendi”nin kimliği hakkında da Bursalı Mehmed Tâhir’in
Osmanlı Müellifleri isimli eserinde geçen bilgiden daha öte bir veri
ortaya konulamamıştır.
Müellifin,
eserin yazılış sebebi ve sürecine ilişkin beyanları, konuyu ele alış biçimi ve
ortaya koyduğu veriler gibi metin içi işaretler ise risâlenin Nûh b. Mustafa
el-Konevî’ye (ö. 1070/1660) ait olduğunu göstermektedir. Bu noktada, Nûh b. Mustafa’nın
başka pek çok eserinde de kendisini Vecdî olarak takdim ettiği gözden
kaçırılmamalıdır.
Öyle görünüyor ki Nûh b.
Mustafa’nın risâlesinde ebeveyn-i Resûl’ün ehl-i necât olduğu görüşünü
savunması ve bunu yaparken öncelikli olarak onların ölümden sonra
diriltildikleri ve Hz. Peygamber’e iman ederek ruhlarının tekrar kabzedildiği
görüşüne dayanması, Ebû Hanîfe’ye nispet edilen görüş, Nûh’un Halvetîliğe/Gülşenîliğe
intisap edecek derecedeki sûfi kimliğinin yanı sıra Osmanlı toplumunda gittikçe
yaygınlaşan tasavvuf ve bunun dolayımıyla nûr-i Muhammedî düşüncesi, Hz.
Peygamber’e nispet edilen rivayetlerin otoritesi ve toplumsal muhayyilede Hz.
Peygamber’e ilişkin algı gibi pek çok bileşenden kaynaklanmıştır.
The debate on the Prophet’s parents’ (abawayn
al-Rasūl) religious status and their position in the hereafter goes even
back to several narrations that came from the Prophet himself. This subject,
that can principally be considered as part of the problem of religious status
of ahl al-fatrah, seems to be raised by the Shīʿah as an issue of creed
in line with their understanding of imamate. Abū Ḥanīfah’s (d. 150/767)
statement in his al-Fiqh al-akbar that “Prophet’s parents passed away on
kufr/jāhiliyyah” is seen, on the one hand, as a Sunnī reaction to
this earlier position and, on the other, led to a new grounds for discussion by
shaping the approach of several scholars on the issue.
The earliest treatises dedicated to this issue are
attributed to al-Ghazzālī (d. 505/1111) and Abū Bakr Ibn al-ʿArabī (d. 543/1148),
but these works did not survive to this day. The earliest examples that are
available today are the six treatises that al-Suyūṭī (d. 911/1505) penned.
A literature on the parents of the Prophet flourished
during the Ottoman times following the introduction of al-Fiqh al-akbar
to the Ottoman scholarly endeavor. Starting from the first examples that belong
to Ibrāhīm al-Ḥalabī (d. 956/1549), Ibn al-Khaṭīb al-Amāsī (d. 940/1534), and Kamālpashazādah
(d. 940/1534), the treatises in question, too, were mostly written in Arabic in
the Ottoman scholarly milieu. Consequently, it seems that Rawḍat al-ṣafā fī wāliday al-Muṣṭafá
is the first treatise dedicated to the issue in Ottoman Turkish.
In
the library catalogue records, some bio-bibliographical sources, and
consequently in some modern studies on the issue of abawayn al-Rasūl, Rawḍat
al-ṣafā wrongly attributed to a certain Wajdī Aḥmad Efendī (in Turkish: Vecdî
Ahmed Efendi). This is probably due to the author’s presentation of himself in
the introduction as just “Wajdī,” without making further description. Besides
the data in Bursalı Meḥmed Ṭāhir’s Osmanlı Müʾellifleri, no more
information could be provided about the identity of Wajdī Aḥmad Efendī who is
shown as the author of the treatise.
Intra-textual
signs such as the author’s words about the reason and process of writing the
work, the way he handled the subject and the evidence he put forward indicate
that the treatise belongs to Nūḥ ibn Muṣṭafá al-Qūnawī (d. 1070/1660). Indeed,
it should not be overlooked that Nūḥ ibn Muṣṭafá presented himself as Wajdī in
many of his other works.
Seemingly the fact
that Nūḥ ibn Muṣṭafá defends the view that the parents of the Prophet are among
the people of salvation (ahl al-najāh), and while doing this, he was
mainly based on the view that they were resurrected after death and that their
souls are recaptured after they believed in the Prophet, stem from various reasons
such as the view that attributed to Abū Ḥanīfah, Nūḥ’s Sufi identity to the
extent that he was initiated to the Khalwatiyyah/Gulshaniyyah along with the
ever-growing Sufi influences and the consequent idea of nūr-i Muḥammadī
in the public sphere, the authority of the narrations attributed to the
Prophet, and perception about the Prophet Muḥammed in the public imagination.