Public and private international law bulletin, cilt.42, sa.1, ss.81-120, 2022 (Hakemli Dergi)
İnsanlardan kaynaklanan faaliyetler sonucunda okyanuslarda önemli oranda kirlenme ve yıkım oluşmuştur. Bu geniş ekosistem içerisinde insan kaynaklı kirlenmenin, yıkımın ve iklim değişikliğinin boyutları okyanus yaşamı ve onunla bağlantılı olarak yeryüzündeki yaşam üzerinde büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Gerekli koruma faaliyetleri yapılmadığı sürece bu etkinin artması kaçınılmazdır. Bu bağlamda deniz çevresinin korunması kavramı son otuz yıl içerisinde önemli bir dönüşüm geçirmiştir. Kirliliğin önlenmesi ve kontrolüne odaklanan geleneksel yaklaşımın yerine büyük ölçüde daha geniş bir koruma yaklaşımını içerisinde barındıran, her bir deniz alanının kendine özgü niteliklerini dikkate alan bütün bir deniz ekosisteminin korunmasını amaçlayan ekosistem temelli bir yaklaşım ön plandadır. Devletlerin kendi deniz ülkelerinin deniz çevresinin korunmasına yönelik düzenlemelerle bu alanlara yönelik koruyucu tedbirler aldıkları görülmekle birlikte, kendi ulusal yargı yetkilerinin dışındaki açık deniz alanlarında bu korumanın yetersiz olduğu görülmektedir. Deniz yaşamına yönelik karşılaşılan bu sorunların çözümü noktasında kapsamı ve büyüklüğü farklı olmakla birlikte deniz koruma alanları bu işlevin yerine getirilmesi noktasında önemlidir. Deniz koruma alanlarının öncelikli hedefi okyanuslardaki biyolojik çeşitliliğinin korunmasıdır. Deniz koruma alanları bilim insanları tarafından, ilgili deniz alanının özelliklerinin dikkate alınarak, koruma alanının uygun bir şekilde planlanması ve etkili bir şekilde yönetilmesi halinde hassas ekosistemlerin korunması açısından uygun araçlar olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda Dünya’nın en büyük ortak kullanım alanı olan açık denizler konusunda çok daha etkin koruma rejimlerinin oluşturulması, yaşanan ve ileride yaşanılacak yıkım düşünüldüğünde acil bir sorun olarak insanlığın karşısında durmaktadır.