Emin Yayınları, Bursa, 2022
IX.
yüzyılda genelde İslam, özelde ise fıkıh düşüncesinin donuklaşma ve gerileme
sürecine girdiği şeklinde baskın bir kanaat bulunmaktadır. Bu düşünce büyük
ölçüde İslam’ın temel kaynaklarının makâsıdî (teleolojik) olmaktan ziyade lafzî
(literal) bir yoruma tabi tutulmasıyla doğrudan ilişkilendirilmiştir. Bu bağlamda geleneğe hâkim olan lafzî yorum
yaklaşımının, İslam dünyasının geride kalmasına neden olduğu iddia edilmiş,
makâsıdî yoruma ise sık vurgu yapılarak ön plana çıkarılmıştır. Bu
sâikle modern dönemde bazı araştırmacılar gâî yorumu bir çıkış yolu olarak
görmüş, bu yöntemi içtihatta merkeze alarak lafzî yorumun/beyan içtihadının
bir tarafa konulması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bunlar kısaca usul
ilminin bir kenara bırakılmasını, nass ile makâsıdın çatışması durumunda ise
makâsıdın tercih edilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Ancak bu düşüncenin birçok
içtihadî ve hukukî probleme sebebiyet vereceğinden bu içtihat yönteminin
delil değerini ve ilkelerini belirleme gereği doğmuştur. Buna
binaen tezde, makâsıd içtihadının delil değeri, problemleri ve makâsıd
içtihadının ilke ve sınırları tespit edilmeye çalışılmıştır. Neticede makâsıdın
gayri mansûs meselelerde delil olduğu, bu yöntemle içtihat edilebileceği,
ancak zaptı sağlanmadığı takdirde İslam hukukunun formel ve normatif yapısına
zarar vereceği, makasıd içtihadının bir takım ilke ve sınırlarının bulunduğu görülmüştür. |
Bu çalışmanın birinci bölümünde makâsıdın, tarihi
serüvenine, dayandığı temel kavramlara ve kısımlarına değinilmiştir. İkinci
bölümde içtihat yöntemleri, makâsıd içtihadının delil değeri ve ilkeler
belirlenmeden başvurulan içtihadın doğuracağı hukuki problemler ele alınmıştır.
Üçüncü bölümde ise içtihat/yorum ilkeleri, makâsıd içtihadını sınırlayan
deliller, bu yöntemin genel ve özel ilkeleri konularına göre incelenmeye
çalışılmıştır.