Yapı Dergisi, sa.468, ss.44-53, 2021 (Hakemli Dergi)
Müzeler, bulundukları şehirleri ve bölgeleri birçok yönleriyle motive ederler. Gerek kültürel -tarihi, gerekse fiziksel doku gibi belleğe ait değerleri müzeler aracılığıyla okumak, izlemek mümkündür. Küresel kapsamda önemli uygarlıklara ev sahipliği yapmış coğrafyalar – yerleşmeler ise kültürel, fiziksel varoluşları yanında müzeleri ile de anımsanırlar. Aslında müze ve benzeri bina tipolojileri, “kentsel belleğin” bir tür “harici diski” rolünü üstlenirler.
Konu mimari açıdan incelendiğinde birbirinden farklı birçok müze tipolojisinin var olduğu görülür. Bu kapsamda, tarih, etnografya müzelerinden, teknoloji müzelerine kadar birçok farklı müze örneği sayılabilir. Yakın dönem mimarlık tarihi ele alındığında, net olarak “müze” adında bir bina tipolojisinin henüz ortaya çıkmadığı görülür. Müzecilik çalışmalarını, tarihi süreçte “küresel sömürgeci dönem” etkisi ile doğudan ve özellikle Afrika kıtasından “Batı”ya getirilen çeşitli eserlerin sergilenmesi durumunun tetiklediğini söylemek pek de yanlış olmaz. Zamanla ünlü düşünür Chomsky’nin de belirttiği üzere mimarlık ürünleri ile çeşitli kültürel değerlerden bir uygarlığı “okumanın” mümkün olduğu fark edilmiş ve müzelerin bu kapsamda önemi daha da anlaşılmıştır. Böylelikle yerel dinamiklerin; aslında evrensel olan, kendilerine ait kültürel izlere-dokulara sahip çıkarak müze ve benzeri mimari ürünlerde bu değerleri sergileme ve koruma altına almaya başladıkları izlenmiştir.
Müzelerin geçmişten günümüze kadar olan yolculuğuna bakıldığında ise; müzelerin temel işlevlerinden olan “toplama ve koleksiyonculuk davranışları”, Paleolitik Çağ’a kadar uzansa da sanatsal ağırlıklı nesnelerin ilk sergilenişinin Antik Yunan döneminde gerçekleştiği bilinmektedir (Yücel, 1999). Pinacotheque’ten (resim müzesi) İskenderiye Kütüphanesi’ne, oradan Rönesans’a sonrasında ise Fransız Devrimi’ne kadar olan süreçte müzeler birçok değişim ve gelişim geçirse de en belirgin değişim, II. Dünya Savaşı sonrasında olmuştur. Bu dönemde öncesinde belirli bir zümreye hitap eden, bireysel uğraşlar ve zevklerden oluşan müzeler kamulaşarak eşitlik, adalet gibi kavramlarla yeniden güncellenmiştir. Müzecilik, bilimsel, kavramsal ve sanatsal çalışmalar ile tüm toplumda tanınmaya ve anlaşılmaya başlanmıştır. Modern müzecilik kavramının ortaya çıkması ile birlikte 20. yüzyıldan günümüze kadar gelindiğinde ise müzeler toplumla ve tarihle yüzleşebilen, koleksiyonları yorumlayabilen, esnek, demokratik, özgürlükçü, insan haklarına dayalı toplumsal bir platforma dönüşmeye başlamıştır. Günümüzün çağdaş müzeleri ise toplumun sadece üst zümresine hizmet odaklı değil, çoğunluğun yanı sıra düşük sosyo-ekonomik ve farklı kültürel toplulukları, etnik kökenleri, marjinal grupları ve diğer dezavantajlı grupları kendine çekebilecekleri bir kamusal ve toplumsal kurumlar ve platformlar olmuşlardır.