Sultan II. Abdülhamid’in Eşleri ve Nikâh Meselesi


Creative Commons License

Ateş M., Taş A. E.

CUMHURIYET THEOLOGY JOURNAL, cilt.24, sa.3, ss.1263-1284, 2020 (ESCI) identifier identifier identifier

  • Yayın Türü: Makale / Tam Makale
  • Cilt numarası: 24 Sayı: 3
  • Basım Tarihi: 2020
  • Doi Numarası: 10.18505/cuid.779316
  • Dergi Adı: CUMHURIYET THEOLOGY JOURNAL
  • Derginin Tarandığı İndeksler: Emerging Sources Citation Index (ESCI), Scopus, ATLA Religion Database, MLA - Modern Language Association Database, Directory of Open Access Journals, TR DİZİN (ULAKBİM)
  • Sayfa Sayıları: ss.1263-1284
  • Bursa Uludağ Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Padişahların aile hayatı kurduğu cariyeleri Harem'de belli bir hiyerarşiye göre rütbe almışlardır. Padişahın ilk eşleri ve ona çocuk doğuranlara Kadınefendi; kadınefendilerden bir alt statüde bulunan padişah hanımlarına ise İkbal Hanımefendi denilmiştir. İslam hukukuna göre cariye ile evlilik hür kadın ile evlilik gibi değildir. Çünkü cariyeye nikâh kıyılmaz, şayet nikâh kıyılmak istenirse cariyenin azat edilmesi gerekir. Padişahların cariyelerine nikâh kıyması, 19. yüzyıla kadar bir iki istisna dışında vâki olmamıştır. 19. yüzyılda ise Osmanlı Devleti'nde cariyelerin hukukî statüsü tartışmalı hale gelmiştir. Osmanlı Devleti savaşlar yoluyla artık toprak kazanmak şöyle dursun elindeki toprakları bile muhafaza edemez duruma gelince saraya gelen cariyelerin ana kaynağı da değişmiştir. Artık savaş esirlerinden köleleştirme şeklindeki usul kaybolmuş; daha çok Rus saldırıları dolayısıyla memleketini terk etmek zorunda kalan Kafkas muhacirlerinin kızlarının saraya alınması uygulaması başlamıştır. Kafkas muhacirleri, sefalet çekmesin ve ileride önemli mevkilere gelebilsin diye kızlarını Osmanlı sarayına veriyorlardı. Bu kızların içerisinde fakir ailelerden gelen öksüz/yetimler olduğu gibi soylu Kafkas hanedanlarından gelenler de vardı. Sarayda bulunan kızlara cariye deniliyordu ama bunların en azından bir kısmı hür/Müslüman kişilerdi. Yani İslam hukukuna göre köleleştirilemezlerdi. Bunlardan saray içi hizmet görenler için bir sıkıntı bulunmuyorsa da padişaha eş olacaklar açısından dikkat çekici bir durum ortaya çıkmıştı. Hür ve Müslüman bir aileden gelen bir kız yahut en azından böyle bir şüphe terettüp edenler nikâh bağı olmadan padişahın hanımı olabilir miydi? Sultan Abdülaziz döneminden itibaren kadınefendilerin sayısının dörtle sınırlanması, şer‘î olarak bir erkeğin nikâhla en fazla dört eş alabileceğinden hareketle mi getirilmişti? Kadınefendilere nikâh kıyılmış mıydı? İkballerin durumu neydi? Bu sorulara henüz yeterli/tatmin edici cevaplar verilebilmiş değildir. Ancak son dönemde padişahların, elimizde resmî kayıtları olmasa da hukukî statüleri müsait olmaması sebebiyle (hür ve Müslüman olduklarından) özellikle Abhaz soylu cariyelerine nikâh kıyıp bu şekilde onları eşleri arasına kattığı iddia edilmektedir. Bu minvalde Sultan II. Abdülhamid'in (öl. 1336/1918) eşlerinin, cariye mi yoksa nikâhlı zevce mi olduğu hususu da günümüzde bazı araştırmalara konu olmuştur. Hatıratlardan yola çıkılarak Sultan Abdülhamid'in eşlerinin neredeyse tamamının hür ve Müslüman asıllı olduğu iddia edilmiştir. Buna göre Sultan Abdülhamid'in zevcelerinin cariye statüsünde olamayacağı ve birlikteliklerinin nikâhla olabileceği söylenmiştir. Öte yandan İslam hukukuna göre en fazla dört kadınla nikâh kıyılabileceği dikkate alındığında on üç eşi olan Sultan'ın evlilikleri hukukî açıdan soru işaretleri oluşturmuştur. Bu problem en bariz şekilde Sultan Abdülhamid'in vefatından sonra vârislerin açtığı veraset davasında görülmüştür. Sultan Abdülhamid'in dokuz hanımla birden nikâhlı olduğu öne sürülen bu davada, söz konusu iddiaya herhangi bir itiraz yapılmamıştır. Bu çalışmada, Sultan Abdülhamid'in eşleriyle ilgili bilgiler ve devlet nezdindeki hukukî statüleri, 2. Meşrutiyet döneminde kendilerine verilen maaşlara ilişkin belgeler üzerinden tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Sultan Abdülhamid'in mirasıyla ilgili veraset ilamı davasında ortaya çıkan nikâhlı dokuz hanım meselesi fıkhî açıdan değerlendirilmiştir. Sultan Abdülhamid, saltanatı döneminde ve sonrasında muhalifleri tarafından hiçbir şekilde şeriata aykırı nikâh yahut evlilikle suçlanmamıştır. Buradan hareketle o dönemde Sultan'ın haremiyle ilgili İslam hukukuna aykırı bir durumun öne çıkmadığı söylenebilir. Diğer taraftan mahkemeye konu olan dokuz hanımla nikâhı meselesi İslam hukuku açısından üç ihtimali öne çıkarmaktadır. Bunlardan birincisi mahkemede bazı hanımların hakikati gizlemiş olmalarıdır ki elde edilen verilere göre bu en zayıf ihtimaldir. İkincisi Sultan Abdülhamid tarafından talakın gizlenmesi ve hanımlarının da bundan haberdar olmamasıdır. Bu ihtimal ise Hanefî fıkhı açısından değerlendirildiğinde problemli görülmüştür. Üçüncü ihtimal de nikâh-ı tenezzühî uygulamasıdır. 2. Meşrutiyet'le başlayıp Cumhuriyet'e kadar olan dönemde devlet daireleri arasındaki yazışmalar dikkate alındığında kadınefendilerin nikâhlı zevce -ki bunların sayısı dörtle sınırlandırılmıştır-, ikballerin ise cariye statüsünde değerlendirildiği açıktır. Buradan hareketle nikâh meselesiyle ilgili olarak zikri geçen ihtimallerden en makulünün, ikballerin cariye statüsünde görülüp onlara nikâh-ı tenezzühî kapsamında nikâh kıyılmış olduğu düşünülmektedir.
The concubines, with whom the sultans lived a family life, were classified according to a certain hierarchy in the Harem. The first wives of the sultan and those who gave birth were called Kadinefendi. The other wives with a lower status than the Kadinefendi wives were called Ikbal Hanimefendi. According to Islamic law, marriage with a concubine is not like a marriage with a free woman. If a marriage is desired, the concubine must be freed. Until the 19th century, sultans did not marry their concubines for a few exceptions. In the 19th century, the legal status of concubines in the Ottoman Empire became controversial. The countries of origine changed when the Ottoman Empire was unable to conquer new territory. Consequently, the enslavement procedure of prisoners of war disappeared. Instead, Caucasian immigrants, who had to leave their homeland mainly due to the Russian attacks, gave their daughters to the Ottoman palace so that they would not suffer misery and could reach important positions in the future. Among these were orphans from poor families as well as those from noble Caucasian dynasties. Even though the young women in the palace were called concubines, at least some of them were free/Muslim persons. This meant, that they could not be enslaved according to Islamic law. Although there was no problem for those who served in the palace, a remarkable situation emerged for the would-be spouses of the sultan. Could a woman from a free and Muslim family be the sultan's wife without a marriage bond? Was the limitation of the Kadinefendi numbers to four (in times of Sultan Abdulaziz) due to the Islamic law principle, that a man could marry maximum four wives? Was there a marriage ceremony (nikah) for Kadinefendi wives? What was the situation of the Ikbal? Satisfactory answers to these questions have not been given yet. However, there are no official records it was claimed that lately sultans married especially their concubines who were Abkhaz descendants and included them among their wives in this way, because they were free and Muslims. Thus, the matter whether Sultan Abdulhamid II's wives were concubines or wedded became the subject of some research today. Memoires claim that almost all of Sultan Abckulhamid's wives were free and of Muslim origin. According to this, it was said that the wives of Sultan Abdulhamid could not have the status of the concubine and that their relationship should have been by marriage. On the other hand, considering that a maximum of four women can be married according to Islamic law, the marriage of the Sultan, who had thirteen wives, raised juristic questions. This problem was most clearly seen in the inheritance case filed by his heirs after the death of Sultan Abdulhamid. In this case, where it was claimed that Sultan Abdulhamid was married to nine wives, no objection was made to that claim. In this study, information about the wives of Sultan Abdulhamid and their legal status was tried to be determined through the documents related to their salaries during the 2nd Constitutional Era. Besides, the issue of nine wedded women, which emerged in the case of Sultan Abdulhamid's inheritance, was evaluated in terms of filth (Islamic jurisprudence). Sultan Abdulhamid was never accused of marriages contrary to Islamic law by his opponents during and after his reign. From this point of view, it can be said that there was no situation contrary to Islamic law regarding the Sultan's harem at that time. This might be due to three possibilities: Firstly, some wives have concealed the truth in the court, which is the weakest possibility according to the data obtained. Secondly, the talaq (divorcement) was hidden by Sultan Abdulhamid and his wives were not aware of it. This possibility has been found to be problematic when evaluated in terms of Hanafi fiqh. Thirdly, the practice of al-nikah al-tanazzuhi (marriage performed in order to avoid from fornication). Considering the correspondence between the state departments in the period starting with the 2nd Constitutional Monarchy and until the Republic, it is clear that the Kadinefendis were regarded as married wives (their number was limited to four), while the Ikbals were regarded as concubines. From this point of view, it is thought that the most plausible possibility is that the Ikbals were regarded as concubines and their marriages were al-nikah al-tanazzuhi.